Çanakkale
01 Mayıs, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.32
  • EURO
    34.64
  • ALTIN
    2407.5
  • BIST
    10095.21
  • BTC
    63246.03$

Melodinin Türkçesi

02 Aralık 2022, Cuma 14:09
Melodinin Türkçesi

Milletler uzun süre bir arada yaşadıkça inanç, gelenek ve çevre etkilerinden mürekkep benliklerine has kültürler oluştururlar. Kültürler, bazı toplumlarda muhtar nitelikleri haiz iken bazı toplumlarda ise etkilenme ve devşirme şeklinde tezahür eder. İster orijinal veçheleriyle, isterse toplama bir kültüre sahip olunsun, toplumların kendilerine dair alamet-i farikaları vardır ve genellikle o alametlerle bilinir. Türk kültürü ise dünyanın en zengin birikimine sahip olduğu için birçok simgeye maliktir. Bu simgelerden biri, de türkülerdir. Türküler, Türk dehasının şahikalarda gezindiği, müstesna dağarcığa sahip olan ve sırma sözlerle vücut bulan incileridir.

Türk kültür motiflerinin her biri mücella asudelik arz eder. Türkçe yazılan, Türkçe söylenen, Türkçe duyulan ve Türkçe hissedilen türkülerimiz, Türk milletinin tarihe vurduğu mührün bestesidir. Türkü, türkün ilahisidir. Türküler, Türk toplumunun kırk kanadından biridir. İnsanlar, fikirler, devletler ve dahi kâinat değişirken, aziz milletimizin değişmeyen mefhumlarının başında, türküler yerini almıştır. Zira türküler, ciddiyet ve asaletin huzmelerini sezen ve bu sezgilerin nağmesini terbiye eden sayısız niteliğe maliktir.

Kültür hazinemizin en değerli unsurlarından biri olan türkülerimiz, halkın sesi, duygusu, beklentisi ve özüdür. Bu nedenle samimiyet ve duygudaşlığı ile dinleyenleri anında atmosferine alan ve ahenkli yapısıyla ruhun estetik merhalelerini öre öre insanı kendinden geçiren ve kendinden geçtikçe kendine getiren kıymet numunesidir. Bu bakımdan halkın musikisi olmuş ve halk musikisi tabirini üstlenmiştir. Mevzubahis halk olunca ve bu halk Türk halkı olunca, binlerce yılın dünyaya yansıyan silüetini sırtlayan masun ve emin bir süreç akla gelmektedir. Çünkü bedii ve naif cevhere sahip bir vetireden bahsediyoruz. Zaten bir yerde münasipliğin veçheleri varsa, orada kadim geleneğimizin terennümü mevcuttur. Meçhulü maluma tebdil eden, varlığı kemal-i intizamla süsleyen bu mevcudiyet, tüm hastaların bekledikleri usta otacı hükmündedir.

Toplumların tasavvurlarını kuran, geliştiren ve genişleten itici güçler dinamik yapılarını muhafaza ettikçe, o toplumlar varlıklarını güçlü bir şekilde hissettirmeyi sürdürürler. Çünkü her husus gücünü mebni olduğu temelden ve kaideden alır. Bu açıdan Türk milletinin hayat tasavvuruna en çok katkı sağlayan amillerden biri de, türkülerimizdir. Akıl, kalp ve ruhun anlatmak istediklerini hem güfte hem de bestesiyle harikulade mütecessim kılan türkülerimiz, irfana kucak açan hissi hümâyundur. Bu his, kâh Altay dağlarına yükselen, kâh Seyhun ırmağının kıyısında konaklayan bir hülyanın evrene aksetmesidir. İstiklalin mücahedesi bu akislerde sırlandığından, türkü dinleyenler tüm zamanlarda bağımsızlığı büyük ibadet saymıştır. Enerjisini türkülerden almış ve cehdini nağmelerin fütühat vasfında bulmuştur. Bu sebeple, halk musikisi marifete matuf olan cümle hasletleri derin bir muhasebeye arz eylemiştir.

Türkülerimiz vecdini yaşanmışlıkların sevincine yaslamıştır. Birçoğunun hikâyesi vardır ve bu hikâyeler olağanüstü vakıalardır. Kuvvetli hisleri depreştiren ve ilham perilerinin kaynaşmasına vesile olan yaşanmışlıklar, ince hislere sahip yüreklerin ilhamıyla temayüz eder. Belki his ötesinden kopup gelen üslubun muhtevasını taşır. Ya da keşfedilmemiş fizikötesi bir nesebe maliktir. Ne surette olursa olsun her kelime, her bent ve her kavuştak, ilahi lütfun esenliğini barındırır. Olayları tahlil ederken hak-batıl, eğri-doğru, zahir-batın ve sabır-isyan muhitlerinden hangi tarafta olunması lazım geldiğini de açıkça ortaya koyar. Bu açıdan izi silinmeyecek ibret levhalarını dile getirir. Saf ve temiz tecessüs ile varolduğu zamanın ve mekânın tasvirini kartpostal gibi hülasa eder.

Türküler, muhtevalarıyla geniş bir yelpazeye sahiptir. İçtimaiyatın, ilahiyatın, ruhiyatın, tabâbetin, fenniyatın ila ahir sahalarında kâh hüznü, kâh, iman-ı kâmili, kâh geri kalmışlığı konu alarak bir resim çizer. Kimi zaman mazmûnu hâvî, kimi zaman mecâzî boyutların cilvelerini temaşa ettirir. Peki, kimdir her durumdan bir his yumağı oluşturan ve gönülleri cuş eyleyen bu ozanlar? Bunlar, Türklük şuuruna ermiş yanık yürekli, ince ve duyarlı bestekârlardır. Ya da türkü yakıcılarıdır. Materyalist ve avam ruhlu uygarlık mensuplarının anlayamayacağı mualla bir merhalede gezinen türkü yakıcıları, hem şair hem de bestekâr hüviyetleriyle Türk milletinin ve dahi İslam âleminin zihinlerini diri tutan, melekelerini engin kılan ve geleceğini hayalperestlikten hakikate tebdil ettiren yüce gönüllü şahsiyetlerdir. Türküler irfan pınarlarından akan ab-ı hayat gibidir, bu nedenle oluklarında bazen içtihat, bazen ümit ve bazen de direnci akıtır. Berrak sözleriyle zımnen değil, sâfî edayla neşvünema eder. Çünkü husule geldiği gönüller, kadim medeniyetimizin ulvi veçhelerinde kendini bulmuştur. Türküye adanmış musikişnaslarımızın idrak ve lisanları, Türk’e ait olan bu mecraya meftundur. Aşk otağı hükmündeki bu gönüllerin teranesinin tesiri, yine aşk gönüllü Türk evlatlarında tebarüz etmektedir.

Türkülerimizin elbette bir müellifi vardır, lakin muhtelif sebeplerle bazılarının isimleri unutulmuş ve eserleri anonimleşmiştir. Türkülerin anonimleşmesinde göçlerin, gezginlerin, kervanların ila ahir etkileri ziyadedir. Örneğin, bir gezici aşığın durakladığı bir beldede söylediği türküler gönüllere yazılır, fakat âşık yeniden yola revan olunca, o belde de tesirini bırakan türküler, dilden dile dolaşarak asıl sahibinden sıyrılır ve milletin olur, yani anonimleşir.

Türkülerin geçmişi, Türk milletinin varlığı kadar eskidir. Her ne kadar bu kavram 15. yüzyıla tekabül etse de, mevcudiyeti daima var idi. Farklı boylarda farklı isimlerle tezahür eden türküler, esasen aynı duyguları terennüm eden ve aynı rüyayı gören cevherlerdir. Irak Türklerinde “hoyrat” ya da “neşide” olarak isimlendirilirken, Kazan Türklerinde “cır” veya “yır” şeklinde isim bulmuştur. Doğu Türkistan’da “koşak” ve “nahşa” ile ad salmışken, Azerbaycan’da “mahnı” ile hislerimize tercüman olmuştur. İster Özbek Türklerinin lisanıyla “koşik”, isterse Kırgızlar gibi “koşok” diyelim, ister Karacaoğlan’dan, Âşık Ömer’den ve isterse anonim bentlerinden dinleyelim, türkülerimiz imanı mümine, yarayı sevdaya ya da sümbülü dağlara yakıştıran en güzel kararnamedir.

Milletlerin karakterleri, onların her işine yansır. Haliyle Türk budunu, nizamı ve tertibi bir kaide olarak bellemiş ve bunu itiyad haline getirmiştir. Bu özelliği, türkülerimizin hece ölçüsünde bariz bir şekilde görmekteyiz. Genelde yedi, sekiz ve on birli hece usulü tercih edilse de, diğer hece sayıları da azımsanmayacak seviyededir. Mamafih aruz ölçüsüyle yazılan şiirlerinde bestelendiği vakidir. Bazen Öksüz Dede’nin tatlı dilinde maveraya yolculuk, bazen Ruhsati ile masivadan kurtuluş, bazen de Âşık Sümmani ile bade içip kendinden geçişi ele alır. Fakat her mısra ve bent, kendine has izahı taşıyan bir bütünlük içinde kulakların pasını siler. Türkülerimizin yapıları öteden beri sağlam ve nizami bir surette ortaya çıkar. Bentlerin genellikle iki, üç ve dörtlüklerle tezahür ettiği ve buna ek olarak muhtelif şekillerle de gönlümüze dokunduğu türküler, hangi surette olursa olsun düzenden ve keyfiyetten asla ödün vermez. Ezgilerine, konularına ve yapılarına göre sınıflandırılan türküler, bu açıdan teknik bir sahaya tekabül etse de, hiçbir vakit mekanik bir hüviyete bürünmemiştir. Bilakis Türk sancaklarının dalgalandığı yerlerin cezbelerini yeni nesillerin heyecanına taşımaya kendini hasretmiştir.

Türkülerimiz yapı itibariyle bir intizam harikası olmalarının yanında, makamlarıyla da tecelli ederler. Her olaya ve her duyguya değinmeleri nedeniyle bu çeşitliliği tek bir kaideyle zikretmeleri, zaten kendi tertibine aykırı olurdu. Bu nedenle, daha içli muhtevayı havi eserler, “Hicaz” makamıyla vücut bulurken, inişli-çıkışlı halleriyle “Hüseyni” makamında tecessüm eder. Daha coşkun ve heyecanlı bir formda arz-ı endam edenler ise “Karcığar” makamıyla söylenir. Âşıklar sözüne denk gelen “Uşşak” makamı ise daha yavaş ve ağır bir seviyede ilerler. “Muhayyer” makamı da yine türkülerimizde tercih edilen kadim makamlar arasındadır. Türk milletinin sınırsız bir potansiyele sahip hayat anlayışı, türkülerin söz ve beste kabiliyetiyle en güzel bir şekilde ifade edilmesinin yanında, birde bu ifade tarzı müstesna bir sanat anlayışına dönüştürmüştür. Türk milletini savaşçı özellikleriyle öne çıkaranlar, aslında geride bilerek veya bilmeyerek büyük hazineleri gizlemektedir. Bu hazinelerin en nadidesi ise türkülerimizdir.

Türkülerimiz ister bağlama, ister kopuz, isterse diğer sazlarla icra edilsin, Türk dünyasının ortak değeridir. Birlik ve beraberliğimizi kayım kılacak ve bizi birbirimize yakınlaştıracak müşterek kıymetimizdir. Töremizin dinamiklerini ve milli dehamızın meşalelerini taşıyan kalp atışımızdır. Aslında sadece bizim değil birçok ecnebi âliminin de nazar-ı dikkatini celbetmiş ve türküleri tetkik etmekten kendilerini alamamışlardır. Çünkü bu saha namütenahi tasavvurları içinde barındıran bir kâinat gibidir. Özellikle gençlerimizin dillerinde pelesenk olması lazım gelen fevkaladeliktir. Biliriz ki öteden beri Türkler, türkü söyler ve türkü dinler…

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.